Önce herkesin bayramını kutluyorum. Türkiye’nin genel hava olarak Ortadoğu’nun bu bayramını kucaklaması iyi bir durum. Bu haftanın kapanışını bu yılki Chatham House ödülünü alan Abdullah Gül yaptı. 2005’ten bu yana verilen bu ödülü geçen yıl Brezilya Federal Cumhuriyeti başkanı Lula (Luiz Inácio Lula da Silva) kazanmıştı. Lula, Güney Amerika’da istikrar ve entegrasyon ve Brezilya’da yoksulluğu azaltıcı çabalarından dolayı ödüle layık görülmüştü.
1920’de kurulan Chatham House, ünlü Chatham House kuralının da mucidi. Bu kural toplantılarda ifade özgürlüğünü sağlamak açısından tüm dünyada kabul gördü. Kabaca bu kural ile yürütülen toplantılarda katkıda bulunan kişilere atıfta bulunulmasını yasaklanmakta.

Chatham House, misyonunu bağımsız analizler yapmak ve “herkes için müreffeh ve güvenli bir dünya inşa etmek yönünde etkili fikirler üretmek” olarak ifade ediyor. Bir düşünce kuruluşu olarak dünya genelinde saygın bir yere sahip olsa da Chatham House’un ne tarafta oturduğunu görmek gerek. Örneğin bu ödül devlet başkanlarına veriliyor. Kurumun eski başkanlarından birisi İngiltere’nin eski muhafazakar başkanlarından John Major. Bu ödül için adayları belirleyenlerden birisi de John Major.
Ödülün layık olana verildiğinden eminim. Lula da bu ödüle layık olana dek neredeyse 30 yıl sağa kaydı.
Ödülün sahibi Chatham House üyesi akademisyen, işadamı, politikacı ve diğerlerinin oyları ile belirleniyor. Ancak seçim eski başkanlardan oluşan bir komitenin belirlediği üç aday arasında yapılıyor. Yani seçkinlerin seçtiklerinden birisi daha az seçkin olanların oylarıyla belirleniyor. Şimdi detayına girdik diye seçim demokrasisi takıntım olduğu sanılmasın. Herşey bir yere kadar. Ben sadece ödülün verilme sürecini anlatıyorum.
Abdullah Gül geçtiğimiz yıl da “uluslararası ilişkilere en önemli katkıyı sağlayan” devlet adamı olduğu için ödülü kazandı.
Ödülün gerekçesinde Gül’ün son yıllarda Türkiye içinde uzlaştırıcı adımlarda ve uluslararası arenada Türkiye’nin attığı olumlu adımlarda önemli katkısı olduğu vurgulandı. Ayrıca Türkiye’nin Irak, Afganistan ve Pakistan’daki karşıt gruplar arasında arabulucu olması ve sorunlara çözüm araması da gerekçeler arasında sayılıyor. Ayrıca Kıbrıs’ın bütünleşmesine katkıları ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki uzlaşmayı başlatması nedeniyle bu ödüle layık görülmüş.
Bu da yetmezmiş gibi, Gül’ün liderliğinde Türkiye’de sivil demokratik düzen kurularak Avrupa standartlarına ulaşılıyormuş.
Futbol diplomasisi de bunun bir parçası anladığım kadarıyla. Gerçi şimdi “hepinizi kapı dışarı ederim haa van münits” denilen ortamda bu ödül biraz havada kalacak. Gerçi ödül töreni son baharda yapılıyor genelde. Belki o zamana kadar bütünlemeden falan kurtarır kalan derslerini iktidar partisi.
Bütün bu gerekçeleri ve ödülün arka planını yeniden düşününce insanın kafası çok basit sorularla doluyor. Birisini ödüllendirmek için başarı şartı vardır genelde. Burada fena halde istisnai bir durum var gibi görünüyor. Sonuçta Türkiye’de Avrupa standarlarında sivil demokratik bir düzen olduğu… Irak’ta çatışan grupların uzlaştığı… Ortadoğu’nun dertlerinin azaldığı… Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin… Bu yıl herhalde şaka ödüller yılı. Önce Obama’ya Nobel, şimdi de bu. Ben de istiyorum kardeşim! Hem de ikisini birden. Söz veriyorum, ödülleri alayım çok güzel şeyler yapacağım.
Bu arada kristal ödül Kraliçe’nin imzasıyla takdim edilecek.
Lordlar ve Sirlerin ödülü hayırlı olsun. Darısı diğer Ortadoğuluların başına
İyi pazarlar ve bol şanslar.

* This article was first published in BirGun: http://www.birgun.net/haber-detay/gul-e-odul-12135.html
** İbrahim Sirkeci Londra Regent’s Üniversitesi’nde Ulusötesi Çalışmalar ve Pazarlama Profesörü olarak görev yapmaktadır.

By Ibrahim Sirkeci

Ibrahim Sirkeci is Professor at Regent's University London and writes a weekly column for BirGun daily newspaper.

Instagram
LinkedIn
LinkedIn
Share
YouTube
YouTube
RSS
Follow by Email
%d bloggers like this: